Free Hit Counter
Öncelikle;
Fikirsel Kulis oluşumundaki bu ilk yazıyı yazarken hangi konuda yazmam
gerektiği konusunda bir çok fikir kırılmalarım mevcuttu. Hangi konuda yazsam
daha ilgi çekerim, ya da faydalı bir yazı oluşturabilirim diye düşündüm birkaç saat.
Fakat en sonunda aslında düşünmenin beni bir yere götürmeyeceğini, salt zaman
kaybından başka bir şey olmadığını anladım ve yazmaya başladım.
Evet, bugünkü yazımın konusu bundan sonrakilerden belki
biraz daha farklı olacak. Sizlere, Türkiye’ de yaşanan sosyal değişime başka
bir boyuttan ve alışılmışın dışında din odaklı olmayan bir bakış açısından
gelen bir yorum ulaştırmaya çalışacağım. Nereden çıktı bu şimdi diye
sorabilirsiniz. Efendim öncelikle, halkla siyaset yapmayı çok seven ve siyaset
bilimi okuyan biri olarak Türkiye’deki siyasal yapının ve anlayışın değişimini
gözlemlemek çok zor olmuyor benim için. Değişim derken, bundan 20 yıl önceki
siyasi söylemler ve bu söylemlerin sokaktaki yansımaları ile şimdiki arasındaki
farklardan bahsediyorum aslında. Tek tek örnek vererek sıkma potansiyeli olan
bu yazıyı daha da sıkıcı hale getirmek istemiyorum fakat şunu söyleyebilirim;
artık siyasi söylemler ve siyasi partilerin alt kademelerinin bu söylemleri
anlayış şekli giderek sokak ağızı denilebilecek seviyeye inmiş durumda. Bunun suçlusu
şu kişidir, bu kişidir ya da şu partidir diye iddialı bir cümle yazmayacağım. Ama
görünen bir gerçek var ki, toplum içinde de siyasi gerilim giderek yükseliyor
ve bana göre bu gayet tehlikeli bir yükseliş.
Bu yükselen gerilimin sebeplerinden en büyüğü, “kazanmak
için her şey mubahtır” anlayışının, insanların hırsları nedeniyle siyasi
arenaya girmiş olması diyebiliriz. Bu öyle tehlikeli bir anlayış haline
dönüşüyor ki, insanların doğru ve yanlış kavramlarının çifte standartlar
üzerinde yeniden şekil almasına sebep oluyor. Yani var olan bir yanlışın önce
kim tarafından yapıldığına bakılıp ondan sonra onun hakkında hüküm veriliyor. Bu
da insanların çıkarları için birbirini kollamasına ve toplumun kişilere olan
güvensizliğine sebep oluyor.
Yukarıda anlattığım bu kutuplaşmanın toplumu getirdiği
son nokta da realitede şu basit denklemle vücut buluyor. “AKP’nin beyaz
dediğine CHP veya MHP siyah, CHP veya MHP’nin beyaz dediğine de AKP siyah
demeye başlıyor”. Bu boyutta rengin siyah ve beyaz olmasının bir önemi kalmadan
söylenen şeyin kim tarafından söylendiğine göre bir değerlendirme yapılıyor, bu
da doğal olarak ülke menfaatlerinin değil, partizan anlayışın hüküm sürdüğü bir
siyasi anlayışın ülkeye yerleştiğini gösteriyor.
Bunun vahimleştiği kısımlar ise genelde AKP’nin alt
kademe yöneticilerinde kendini gösteriyor. Parti içi demokrasinin belki de hiç
olmadığı AKP’de – ki bunu bir eleştiri olarak değil bir tespit olarak söylüyorum
çünkü lidere “Usta” dediğiniz zaman, ustayı eleştiren bir çırağın dükkandan
kovulabileceğini de bilirsiniz- alt kademe yöneticiler söylemlerini
saldırganlıkla birleştirip çoğu zaman kalp kıran bir üsluba sahip oluyorlar. Ve
Başbakan Erdoğan’ın her açıklamasına hayran olup, hiçbir yanlışının olmadığını
düşünüp kutuplaşmayı körüklüyorlar. Burada AKP eleştirisi yapmamın sebebi kendi
siyasi kimliğimden kaynaklanmamaktadır, öncelikle bunu belirtmek isterim. Sonuç
olarak bir iktidar partisi vitrinde olduğu için o partinin yanlışları göze daha
çok batar. Benim için iktidar partisinin ve bu partinin lideri sayın başbakanın
en büyük hatası, hiçbir zaman hata yaptığını kabul etmemesidir. İktidara geldiği
günden beri Erdoğan hiçbir zaman “Şu konuda yanlış yaptık” dememiştir. Bu doğal
olarak tabanda “Biz mükemmeliz” algısı
yaratıp, eleştiren kişileri de siz-biz diye ayırmaya teşvik etmiştir. Bunun bir
sonrasındaki aşamasında da protesto veya tepki gibi en doğal hakları partiye
saldırı olarak algılayan bir tabanın oluşmasına neden olmuştur.
İşte
bu gibi kutuplaşmalar sonrasında bir tarafta AKGençlik bir tarafta da TC
Gençliği veya vatandaşları gibi iki farklı keskin kutup ortaya çıkmıştır. Bu çok
ciddi bir sosyal tehlikedir. Kutuplaşmanın olduğu yerde çatışma çıkar ve bunu
engellemesi gereken de Başbakan’ın bizzat kendisidir. İleri demokrasi
söylemleri yaparken demokrasiyi önce kendi içinde özümseyen bir parti olamadığı
takdirde de AKP’nin kendisine oy vermeyen seçmenden oy alması ve o seçmenleri
mutlu etmesi mümkün değildir. Bunun bir başka deyişi “Çoğunlukçu demokrasi”
yerine “Çoğulcu Demokrasi” anlayışını öğrenmekten geçer. Yani size oy vermeyen
kesimin de haklarını ve isteklerini dinlemekten geçer.
O yüzden İsmet İnönü’nün “Namuslularda namussuzlar kadar
cesur olmalıdır” sözünü kabullenmek yerine, siyasi arenadan namussuzları
temizlemek en büyük öncelik olmalıdır. Siyasi tartışmalarda hakarete, küfre,
veya tehdide başvuran her kim olursa olsun siyasetten uzaklaştırılmalıdır. Çünkü
yukarıdaki bu üslup aşağılara çok daha ağır zararlar vermektedir.
Saygılarımla
İlker Yıldız
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder