Reklam

6 Aralık 2013 Cuma

Özgürlüğümüzün bağımsız gardiyanı "Yasak"

Yasak kimi zaman hayal gücünün ve yaratıcılığın sınırlarını belirleyen kelimedir. Hem yasaklanmış olan şeyi hem de onu yasaklayan kuralı ifade eden garip bi kelimedir. Çöpü çöpe atmak gibi bir şey değil mi? Kimine göre en sıradan şeyleri bile çekici kılan şeydir. Kimine göre her yasak kendi isyancısını doğurur. Özünde yasak; kendi akıllarıyla doğruyu bulamayan insanların çoğunlukta olmasından dolayı ortaya çıkmış kurallardır. Herkesçe bilinen yapılmaması gereken bir eylemi yasak ilan edince "yaparsam nolur acaba?" sorusuna iten bir lanettir bana göre. Neyse daha fazla kafa açmak istemem. Şimdi hep beraber bir öykü okuyalım ve yasakları daha net anlayalım. Karanlık bir geceydi. Zaten karanlık geceyi seçmişti genç adam. Yaptığı işin yasak olduğunun farkındaydı. Yakalandığında cezaevine bile girebilirdi. Daralarak ilerleyen bir yoldan aşağı var gücü ile koşuyor, koşarken arada bir de saatine bakıyordu geç kalmamak için. Cumbalı iki katlı ahşap bir bina ile şarapçıların ve evsizlerin evi olmuş derme çatma kulübenin arasından da geçince nihayet varmıştı eylem yerine. Sabah son kez tüm planı gözden geçirmişti arkadaşı Hakan'la birlikte. Hava karardıktan sonra parkın arkasındaki ağaçların yanında buluşacaklardı. Sabah geldiklerinde kimselere belli etmeden tüm malzemeyi ağaçların önüne dikenlerin içine saklamışlardı. Siyah poşette olduğundan ve saatin ilerlemiş olmasından dolayı kimse fark etmeyecek ve işleri daha da kolaylaşacaktı. Üniversitedeki öğrenci olaylarının tavana vurması ve ülkedeki fikir ayrılıklarının şiddete dönüşmesi yüzünden gece sokağa çıkma yasağı uygulanıyordu. Belirli saatlerden sonra sokağa çıkmayı yasaklıyordu bağcıklı botlar. Üniversite ikinci sınıfta okuyan bu idealist adam Polat'tı. İdealistti çünkü kafasına bir şey koyduğu zaman ölümü pahasına da olsa fikrinden caymazdı. En yakın arkadaşı Hakan’dı. Saatin bayağı geç olmasına rağmen Hakan bir türlü gelmemişti. Zaten Hakan’ın gelmeyeceğini anlayan Polat daha fazla gecikmeden plana uygun bir biçimde eylem yerine gitmişti ama aklında Hakan vardı. Acaba neden gelmemişti? Yoksa polislere mi yakalanmıştı? Eğer gerçekten yakalandıysa Hakan'ın işi zordu. Sokağa çıkma yasağı olduğu için doğruca alınacak ve karakola götürülecekti . Büyük ihtimalle sabahı da orada edecekti . Zaten bu şehirde üniversite öğrencilerine iyi gözle bakmıyorlardı. Ev sahipleri evlerini vermiyor, mahalleli de dedikodu yapıyordu öğrenciler hakkında. Bazı öğrenci gruplarının çeşitli olaylar yapmaları ve yürüyüşler düzenlemesi polisi ve yerli halkı iyice çileden çıkarıyordu. Gecenin bu saatinde sokaklarda polis devriyeleri ve gece vardiyası işçilerinden başka kimseler olmuyordu. İşçilerde özel izin vesikaları ile çıkıyorlardı sokağa. Polat vardığı yerde biraz daha bekledikten sonra arkadaşının gelmeyeceğine kesin kanaat getirince düşüncesini kendisi uygulamaya karar verdi. Zaten olay yerindeydi hemen hazırlıklara başladı. Çantasından çıkardığı kırmızı boya kutusunu açtı önce. Bir miktar tinerle incelttiği boyaya daldırdı fırçasını ve başladı yazmaya. Sıvalı fakat boyasız bu duvara yazı yazarken sanki bir resim yapıyor gibiydi. İçine bir mutluluk doluyordu, tam bu sırada kosan insanların ayak seslerini duydu. Sesin geldiği yere doğru yönelince polisleri görmesi çok zaman almadı. Tabi ki polislerin de onu görmesi zor olmamıştı. İhbar etmişlerdi onu, mahalleli ihbar etmişti. Yaklaşık bir saat önce kendisinin indiği dar sokaktan aşağıya doğru koşan polisleri görünce şuursuzca kaçmaya başladı. Gerçi karanlık bir geceydi ama sokak lambasının hemen yakınındaydı, fark edilmesi zor değildi. Polislerin "teslim ol!" diye bağırmasına bile fırsat vermeden ilk köşeyi dönmüştü. Kurtuluş çok yakınındaydı. Bir defa daha atlatırsa onları kurtulmuş sayılırdı. O yüzden koşarken, arkasına bile bakmıyordu. "Teslim ol, yoksa ateş edeceğim." oldu duyduğu son sözler . Bedeni yere düştüğünde hala soluk alıyordu. Suç aleti "üç numara boya fırçası" da hala elindeydi. "Ölmüş herhalde" dedi bir polis diğerleri de onayladı kafasıyla. Mesleğe yeni başlamış genç bir polis az ileride iki büklüm kusuyordu. Kurt polislerden biri gelip teselli etti arkadaşını "alışırsın" dedi. Sanki her gün birilerini öldürüyormuş gibi... Mahalleli toplanmıştı Polat’ın başına. Adeta her kafadan bir ses çıkıyordu... "Gardaşım bunlar gomilis, gomilis, anası babası okumaya yollar, şunların marifetlerine bak" ve diğerleri. Bu esnada Polat, insanlara bakıyor, "ben militan değilim" demek istiyordu ama bir şey onu engelliyordu. Bir türlü ses çıkmıyordu, boğazından. Kelimeler düğümleniyordu. Kulakları gittikçe artan bir şiddetle uğuldamaya başladığında polat artık sesleri ayırt edemiyordu, sonra da insanların suratları birbirine karışmaya başlamıştı. Sanki az önce onu vuran polis başörtüsü takıyordu. Çengel bıyıklı üniformalı bir kadın da acıma hissiyle yüzüne gülümsüyordu. ... ve her şey bulanıklaştı birdenbire. Karardı ve bitti. Sabah oldu dosya kapandı. Kahraman polise bir maaş prim ve terfi verildi. Geride o dar sokaktan her inişinde Hakan’ın karşısına çıkan en iyi arkadaşının bitiremediği iki cümle kalmıştı "seni sev..." . Belliydi ne yazacağı Polat’ın sevdiği kızın evinin karşısındaki duvara. Yazamadı, yazdırmadılar ama o hep sevdi ve sevdiği için öldürüldü. Bu dünyada yasakları hak eden yüzbinlerce insan var. Ama yasakları hak etmeyen milyonlarca...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder